Şilili yazar Isabel Allende ile ilk tanışmam Ruhlar Evi ile oldu. Kendisinin radarıma girme nedeni de Marquez'i ölümüne seven bir okur olarak bir aralar "büyülü gerçeklik" kategorisinde gördüğüm tüm kitapları okumaya çalışmam. Allende de hevesimi kursağımda bırakmadı; Ruhlar Evi benim için inanılmaz bir yolculuk oldu. Salvador Allende'nin torunu olan Isabel Allende, zaten ilginç olan hayatına bir de gözlemlerini ve hayal dünyasını katınca cidden alıyor uçuruyor sizi.
Maya'nın Günlüğü'nü okumaya başladığım günden beri de Chiloe Adası'nı Google'layıp duruyorum. Sürekli turlara murlara bakıyor, "benim bu adayı görmem lazım; nasıl yaparım acaba" diye kafa patlatıyorum. Maya oraları öyle güzel anlatıyor ve kendisi de Chiloe Adası'nı zamanla öyle bir seviyor ki, insanın gidip o büyülü havayı doya doya içine çekesi geliyor. Bir evin sandalla çekilerek su üstünde farklı bir yere taşınışını görmek için ölüyorum mesela. Chiloe'nin cadılarıyla tanışmak, ayinlerine katılmak istiyorum. Meyhanede kafayı çekmek, yerlilerin hikayelerini dinlemek istiyorum.
Bütün bunları Maya ile birlikte yapmak ister miyim peki? Hayır.
Açıkçası, Maya karakterinin Allende'nin bugünün gençliğinin nasıl bir baloncuk içinde yaşadığına, bu baloncuk patladığında da nasıl bir anda kendilerini kaybedip saçmalamaya başladıklarına dair atıfı olarak yorumluyorum. Maya'nın Şilili ninesinin geçmişi, ülkenin geçmişi gibi oldukça çalkantılı. Ancak Maya, kendisini çok ama çok seven ninesi ve Papi'si ile Berkeley'de büyüme lüksüne sahip olmuş. Papi'si öldükten sonra ise bir dağıtıyor, tam dağıtıyor-- evden kaçıp uyuşturucu çetesi başı gibi bir adam için çalışmanın yanı sıra kendisi de uyuşturucu ve içkinin dibine vuruyor. Ninesi, FBI da dahil olmak üzere peşindekilere onu bulamasın diye Maya'yı eski bir arkadaşının yanında kalması için Chiloe Adası'na yolluyor.
"Peki karakterlerden hangisini sevdin?" derseniz, adanın yerlileri dışında hiçbirini. Ancak başta da belirttiğim gibi Chiloe Adası başlı başlına öyle güçlü, öyle büyülü bir karakter ki sırf onun için bile okumaya değecek bir kitap bu.
Tanıtım Yazısı:
Benim adım Maya Vidal, on dokuz yaşımdayım, cinsiyetim kız, bekârım, sevgilim yok, ama fırsat çıkmadığından, yoksa kılı kırk yardığımdan değil, California'da Berkeley'de doğdum, Amerikan pasaportum var, şu anda geçici olarak dünyanın güneyindeki bir adada sığınmacıyım. Bana Maya adını koymuşlar çünkü Hindistan Neneme pek çekici gelir, annemle babamın da, önlerinde düşünecek dokuz ayları olmasına karşın, akıllarına başka bir isim gelmemiş. Hindu dilinde maya "büyü, hayal, düş" anlamlarına geliyormuş. Benim kişiliğimle hiç ilgisi olmayan şeyler. Atilla olsaydı daha uygun olurdu, çünkü ayağımı bastığım yerde ot bitmez.
Isabel Allende, California'dan Las Vegas'a, oradan Şili'deki Chiloé Adası'na kadar uzanan bir macera anlatıyor, Maya'nın Günlüğü'nde Geçmişle şimdinin, yaşamla ölümün, ümitle ümitsizliğin kucaklaştığı bu büyülü macera, Allende'nin ışıklı, rüzgârlı anlatımıyla hayat buluyor. Modern bir genç kızın sıradışı şartlar altında olgunlaşmasının öyküsü, Maya'nın tutku ve ıstırap dolu anılarında adım adım gözler önüne seriliyor.
Buradan satın alın; Isabel Allende - Maya'nın Günlüğü
Bu kitapla ne içilir: Sangria
Bu kitapla ne dinlenir: Young the Giant - Islands
0 comments:
Post a Comment