Paul Bannerman, tiroit kanseri olduğunu öğrenen bir ekolojist. Nadine Gordimer’in kaleme aldığı Yaşamaya Bak’ta Paul, aldığı tedavi nedeniyle geçici bir şekilde radyoaktif olduğundan ona yaklaşan herkesi, her şeyi tehlikeye atmış oluyor. Kendilerini gönüllü olarak riske atan anne ve babası, karısı ve çocukları bu durumda etkilenmesin diye Paul’ü çocukluğunun geçtiği eve geri taşıyorlar. Yalnız kalan, ebeveynleri tarafından çocuk muamelesi gören ve gerçekten ama gerçekten kimsenin dokunamadığı (radyoaktiflik konusu işte) Paul, düşüncelere dalıyor.
Yaşamaya Bak, Nadine Gordimer ile ilk tanışmam oldu; bu nedenle kitabı önceki işleriyle karşılaştıramayacağım. Ancak internette yaptığım ufak araştırmalar şunu ortaya koydu: Gordimer, kitaplarında kişisel ve daha büyük, dünyevi sorunlar arasında bağlantılar kuruyormuş. Bu, Yaşamaya Bak için de geçerli. Gordimer’in anlatımına göre, Güney Afrika eskiden ırkçılık nedeniyle karışan bir yermiş. Yeni Güney Afrika ise hem sosyolojik, hem de ekolojik sorunlarla karşı karşıya ve Paul’ün durumu da bunların metaforu.
Biraz daha üzerinde düşününce, şu kanıya vardım: hastalık metaforu sadece Güney Afrika için değil, tüm dünya için geçerli şu sıralar. Bir kaç sene öncesine kadar hep Türkiye için “bitti bu memleket” derdik ama artık şöyle bir baktığımda, bunun tüm dünya için geçerli olduğunu görüyorum: Amerika’da Trump’ın gücü elde edişi, Avrupa’da korumacılığın giderek artması gibi gelişmelerle işler iyice sarpa sarıyor. İnsanların birbirini sevmesi, kabullenmesinin aşılanması gerekirken, dil, din, ırk ve aklıma şu anda gelmeyen pek çok özelliğe tutunup ayrışmaları, onlar gibi olmayanları dışlamaları, onlardan nefret etmeleri aşılanıyor. Küçük bir grup doğayı (yani ondan geri kalanı) korumaya çalışırken, sağda solda “sosyal sorumluluk” çalışmaları ile hava atan büyük şirketler nükleer santral dikmeye çalışıyor…
Anneannem, “dünya arada bir kendine gelmek için çalkalanır” der savaşlar, darbeler gibi zor zamanlardan bahsederken. Öyle dönemlerde pisliklerin temizlendiğine, insanların da bir silkelenip kendine geldiğine ve toparlanmak için herkesin birbirine kenetlendiğine inanır. Bizim için de böyle günlerin beklediğine inanmak istiyorum ama umudun olmadığı, olamadığı şu dönemde robot gibi yaşamaya devam etmemiz daha büyük bir ihtimal gibi görünüyor.
Tanıtım Yazısı:
“Felaketler çok özeldir, tıpkı aşk gibi.”
Güney Afrika’da yaşayan ekoloji uzmanı ve aktivist Paul Bannerman’ın hayatı, gördüğü kanser tedavisi sebebiyle yaydığı radyoaktivitenin çevresi için tehlike oluşturmaya başlamasıyla ironik bir hal alır. Hayatı, işi, ailesi ve geçmişi arasında yaşadığı çelişki, Güney Afrika’nın tarihi ve bugünü arasındaki çelişkiyle örtüşür. Gordimer, yine gerçeklere tanıklık ederek, eski Güney Afrika ırkçılık mağduru iken, yeni Güney Afrika’nın gerek toplumsal gerekse ekolojik açıdan geçmişini yok sayarak, yanlış bir ilericilik anlayışının mağduru oluşunu ele alıyor.
Yaşamaya Bak, bireylerin ya da toplumların sonsuza dek sahip olacaklarını sandıkları şeylerden vazgeçmek zorunda kaldıklarında yaşadıkları endişe ve huzursuzluğu anlatırken, dünyanın ve insanların her şeye rağmen kurtarılmaya değer olduklarına dair küçük ama değerli bir umut mesajı veriyor.
Gordimer, geçmişe hâkim, bugünün farkında ve geleceğe uzanan zamansız bir yazar.
Buradan satın alın; Yaşamaya Bak - Nadine Gordimer
Bu kitapla ne içilir: Yasemin çayı
Bu kitapla ne dinlenir: Earth Song - Michael Jackson
0 comments:
Post a Comment